Distopik Dünya Mağdurları

            Bitki örtüsü umutsuzluk olmuş karanlık bir geleceğin sıcacık kollarına koşar adım geleceğimden habersizdim adeta. Yer, yön duygumu kaybetmiş tek bir çizginin üzerinde koşuyorum sadece. Bunalımın eşiğinden, karamsarlığın kucağından, çaresizliğin yamaçlarından, kanlı kaldırımlardan geçip de geldiğim şu noktaya bak. Umutsuzluk eteğini silkeleyip dökmeseydi beni yollara, buradan çok uzaklarda olmaktı hayalim. Bu dünyadan mağdur ve mağlup ayrılmaktan korkuyorum aslında. Kendim olmaya çalışalı dört sene oluyor, ben hala olmak istediğim yerde değilim, istediğim hayatı yaşamıyorum hala.. Denemediğim de söylenemez ki deniyorum, her sabah gözümü açtığım andan kapattığım ana kadar. Belli ki bir halta yaramıyor. Fakat iyi bir getirisi varsa o da şudur ki artık fotoğraflarda yapmacık gülümsemelerim fark ettirmiyor kendini hatta o anda mutluymuşum, hep orada kalmak istiyormuşum gibi bir halim var genel olarak. Kendimi dahil herkesi kandırabilecek bir ustalıkla gülümsüyorum artık, tabii böyle dile getirdiğimde iyi yönünü anlamakta zorluk yaşamıyor değilim.

             Koca bir ip yumağını atmış hayat kucağıma, çözmeye çalışırken esiri olduğumun farkına bile varmamışım her ne kadar sonu tahmin edilebilir olsa da.. Mutlak olan bir şey var ise o da hata yapmanın kaçınılmaz olduğudur, böyle böyle büyüdüğümüz söylenir ama hatalar bizim askerlerimiz sanırdım onlarım kölesi olduğumu anlayıncaya kadar...

                                                                                          Rose

Hiç Sözüm Yokken

 

Mutlulukla hayaller kurarak, hatta bazen koşa koşa hevesle geçtiğim yolların asfalt taşları vuruyor kalbime… Nasıl bir döneme denk geldim bilmiyorum, nasıl böyle hüsranlar arasında yuva yaptım bilmiyorum… Mutsuzluk, umutsuzluk, düş kırıklığı ve bozuk akıl sağlığı.. Yıllardır beraber oyunlar oynadığım arkadaşlarımdı, sonra aramıza pişmanlık katıldı. Onun yükünü taşımayı bir türlü beceremedim, büyüsem de onun yanında hep küçük kaldım…

     Yer yer karanlık, bir çocuk için biraz korkutucu ve çıkmaz olan bal sokakta kısılıp kalmışız sanki. Korkmuyorum ama yalnız değilim.. Oyun arkadaşlarımın bildiği tek oyun saklambaç.. Sanki hepsi ebe ve bir tek benim saklanmam gerekiyor, sesleri duyuyorum biraz uzaktan ‘’ 13,14,15 önüm arkam sağım solum sobe…’’ nerede olursam olayım, ya da hangi kuytu köşeye tünersem tüneyeyim her defasında beni sobeliyorlar, ne kadar oynarsak oynayalım ben ebe olamıyorum, bana hiç sıra gelmiyor ve sürekli saklanmak yorucu, yoruldum… Artık saklanmak istemiyorum ama oyunbozan da olmak istemiyorum, bir kere de bulamasınlar istiyorum, saklandığım yerde kalmak, unutulmak istiyorum. Mümkünse kaybolmak istiyorum, bir daha hiç bulunmamak üzere…

                                                                                           Rose

Kahve Kupasında Bir Rakı Damlası


        Dargınım hayata, hayatın getirdiklerine... Dargınım bu gün olduğum mutsuz, huzursuz insana... Kırgınım da biraz, öfkeliyim de. En çokta yorgunum. Pasif agresif bir sıkıntı bulutuyum işte süzülüyorum, siliniyorum... Tek bedende iki kişi yaşıyorum sanki. Kendim olmaktan çok uzağım, mutu olmaktan uzak olduğum kadar  hem de. Uçurumlar var aramızda, kapatamayacağım yaralar var, aşamayacağım pişmanlıklar var, derin karanlıklar var aramızda... Susmak kolay oluyor, zor olan anlatmak, tekrar tekrar yaşamak, konuşarak anlaşılmak zor olan. Kısa rahatlamalarım oluyor bazen, bir nefeslik güzel duygularım. Kafamın içi durgun bir deniz gibi sakin, serin. Sonra bir rüzgar eser, yağmur başlar huzurlu bulduğum o manzaralara karlar yağar, yumarım gözlerimi, açmamla yanmam bir olur. Kendi cehennemimde bulurum kendimi...

Elimde kalem, dizimde defter, masamda rakı... Sanki tekrar on beş yaşındayım, göz bebeğimde inatla tutunan gözyaşı, dişlerimse sımsıkı kenetlenmiş. O kadar öfkeliyim ki kendime ne konuşmaya, ne yazmaya, ne de yaşamaya mecalim yok. Öyle dargınım ki kendime affedilişi yok....

Sevimsiz Bir Sabah

 Kırılanın ne olduğunu bilmezsen nasıl tamir edebilirsin ki? 

Kırdığın kadar kırılabilirsin belki ama bu bir telafi değil. Öyle olmuyormuş, bende öğreniyorum seninle. Birilerini mutlu etmek zormuş, kendimi mutlu etmeye çalışırken farkettim. Mutluluğu aramak intihara teşebbüs, arayışında yaşadığın küçük mutlulukları görmemek ise direkt ölümmüş.

Defalarca atmışım kendimi, kafamdaki uçurumdan. Sarkıtmışım düşünce kayalarımdan aşağı ayaklarımı, uykuda gibi sakin ve durgun ruhum. İçimde yanan çaresizliğin keskin kokusu genzimi yakarken, gözümün önünde tek bir soru, insan neden hep sona bırakır kendini??

15/5


Çok konuştukça susuyorum... 

Sustuklarım kadar konuşabilmek isterdim, zaman zaman... Anlatacak o kadar şeyim varken hiçbir şey anlatamamanın çaresizliğiyle kavruluyorum.  

Anlayamadığım ama sandığım kadarıyla kendimi seçiyorum. Kurduğum saçma cümlelere bir yenisini ekledim ancak duruma oturacak başka bir cümle kurabilir miydim bilmiyorum.. 

Kendim olduğum anları anımsar gibiyim lakin çoğu hatıram çamurlu su gibi bulanık... Tanrımı seçer gibi hangi zaman diliminde kim olacağımı da seçiyorum, kendim hariç bir çok seçeneğim varken bana hiç sıra gelmiyor.. Deneyip deneyip yanılmalarım da cabası, işin kötü tarafı artık kendimi arayasım da gelmiyor.. Bazen diyorum, bazen sadece bir çiçek olsam etrafa neşe saçsam, geç kalan yağmura telaşlansam... Tabii bu iç çekişlerim de kısa sürüyor, yüksek bir yerden aşağı kendini bırakmak gibi, boşluğun çağrısı gibi...

Dün sabahtan beri okuduğum bir cümle zihnimde dönüp dolaşıp duruyor;Ruhumdan her geçeni dilime vursam, bana ne kalır?

15/All Over


Geçmiş zaman ile anlatılan hiç bir hikayeye inancım yok artık... Sonunda di olduğu için artık bir şey hissettirmiyor anlamına gelmiyor. Di ile tamamlanmış, üzerinden çok sular akmış.... Yine de bir şeyi değiştirmiyor geçmiş zaman. Bahaneleri sebep yapmıyor. Zamanında söylenmemiş sözler bu günün gardiyanları değil yıkıcıları oluyor. Geçmiş her zaman geçmişte kalmıyor,
 Kalmalı mı? evet, kalıyor mu? hayır.Geçmiş günümüzde bile can acıtabiliyor. Yalanlar geride kalmıyor mesela, hep önüne çıkıyor. Aradan zaman geçmesi ise seni daha fazla masum göstermiyor. Zamanında yaptığın tercihler ise kim olduğunu belirliyor.
 Seçen mi?  olmak isterdin Seçilen mi? 
Geçmişini o hikayelerde anlatılan tozlu raflara kaldırıp koyamıyorsun, gerçek dünyada işler böyle yürümüyor.. Öncelerin sonralarına çelme takmak için pusuda bekliyor... Birde insanlar var, etrafında akbaba gibi üşüşüp seni eleştirmek için, kendine olan güvenini kırmak için ve seni bastırmak için her daim orada olacaklar..Kabul tabii dünya bu kadar da kötü değil ama doğruyu söylemek gerekirse herkes kendi bildiği doğrunun evrensel olduğunu düşünüyor ve senin alternatif bir fikrinin olması kötü bir şeymiş gibi karşılanıyor.. Vazgeçtim dünya çok boktan.... 
Sonuçta herkes bir yolunu bulup dümeni tutturmuş.. Geçmişlerinin inşa ettiği geleceklerine bozuk kişilikler ve sıkıntılı duygusal iç karmaşalar ile yol alıyorlar.. Onlara uymak zorunda değilsin, özgür ve daha çok kendin olabilirsin.. Ama bu dış kulvarda kalmak için oyunu iyice anlaman gerek, eğer anlayamazsan hayatta kalamazsın. Her insan koyun olmaz bazıları sonradan bazıları ise doğuştan. Sürünün bir parçası olmak zorunda değilsin... Asosyal derler, sosyofobik derler,  içine kapanık derler, kendini beğenmiş egosunu yenip de diyaloğa giremiyor derler, derler.. Hiç susmazlar ve asla yaranamazsın.. Dünya kalıcı bir yer değil, hayatları uzun vadeli değil, biletleri sadece gidiş değil.. bu durumda bile (ki farkında olup olmamaları bir şeyleri değiştirmiyor)  hayatını zindana çevirebiliyorlar..  Kilolarınla,  yüzünle, vücudunla ,kıyafetlerinle ,saçlarınla, boyunla, sesinle her şeyin ile onlara malzeme verirsin.. Standart kalıpların dışında olmak, bir şeyleri anlamak, farkında olmak, özgür olmaya çalışmak ve insanlığını koruyabilmek böylesine zor bu Dünya'da...
Yaşam heves bırakmıyor....

15/4

Bu günlerde evsiz hissediyorum kendimi...
Üzerimde kimsesizliğin vermiş olduğu rahatlık var iken bir yandan da tüm o aile sorumluluğunun altında ezilmişlik hissi ile cebelleşiyorum. Akvaryumdaki balık gibiyim... Tanrım nasıl oldu da bana su koymayı unuttun? Sokakların vermiş olduğu güvensizlik ile bildiğim sokaklardan ayrılacak olmamın tedirginliği ile harmanlanmış hamurum, doğduğumdan beri.... 
Buraları terk edeceğimizi bilerek geliyoruz ya peki neden bağlanıyoruz bu sokaklara, semtlere, şehirlere? Daha da önemlisi ölmek için doğuyorsak neden bağlanıyoruz bu dünyaya? Neden misafir olduğumuz bu dünyada başka misafirlere alışıyoruz? geçici alışkanlıklar için neden hırpalıyoruz üç günlük hayatlarımızı? tabii bir de sizlerin bu alışkanlıklara sevgi diye adlandırdığınızı unutuyorum hep. Bağımlılıklarınıza aşk dersiniz, alışkanlıklarınıza sevgi. Tutturduğunuz bir dümen var ona düzen dersiniz, düzene ise mutluluk.  Ben sanırım deliyim yada zamanla delirdim belkide... Ama yeterince değil. Ayak uyduramadım bu dünyaya o kadar içinizdenim ki sevgiyi hissedebiliyorum, aşık olabiliyorum, mutluyum diyorum. ama ruhum nasıl dış kapının dış mandalı olarak kalmış ise bir türlü yolunu bulamıyorum topluma katılmanın... Ben sanırım uyumsuzluk yaratan o çatlak bardağım, köşeleri kırılmış tabağım, son sayfası yırtılmış kitabım, kullanılmayan sürahi hatta boşaltılmayan kül tabağıyım. Ben o kül tabağındaki yakılıp unutulan, sönmeye yüz tutmuş sigarayım... Boşverilmişliğin vücut bulmuş haliyim, ömrüm imtihanla geçiyor...

Aile İçin...





Son zamanlarda izlediğim çoğu filim veya dizi aynı kapıya çıkıyor, sıkıldım artık. her seferinde sevgiye veya aileye bağlanıyor her şey. ki doğru aile güzel şey, sevgi güzel şey. ya sevgi görememek?
ailemizin bizi koşulsuz şartsız seveceğine indandırıldık, ne olursa olsun bizim yanımızda olacaklarına ve bizi yargılamayacaklarına, hep arkamızda duracaklarına. ya arkamıza dönüp baktığımızda orada yoklarsa? sizce bir çocuk sevilmemeyi ailesi tarafından kabul görülmemeyi kaldırabilir mi? biz biliyor muyuz ailemiz tarafından sevgi görememek nasıl bir şey? empati yapabiliyor muyuz? şahsen ben yapabiliyorum. küçücük bir bebekken terk edilmek, hayata babasız başlamak nedir biliyorum.
o kişinin baba olamamak nedir bildiğini sanmıyorum ama ben evlat olamamak nedir iyi biliyorum.
bir gün bir daha görüşmeyeceğinizi bilmeden, vedalaşmadan vazgeçilen çocuk olmak nedir biliyorum. Sonra geride bir kaç anı kalıyor.
Onunla nasıl uyuduğumuzu hatırlıyorum; O sırt üstü uzanırdı, ben de yüz üstü üstüne uzanırdım. Sabah işe gidene kadar öyle uyurduk.
bir keresinde onunla kaldıktan sonra beni anneme götüreceği zamanı hatırlıyorum; yolda yürürken beni durdurup baş parmağını yalayıp yanağımdaki sütü silmişti. Sonra arkamızdan bir kadın geldi (muhtemelen şu an evli olduğu ve çocuklarının annesi olan kadın) çok sinirlenmişti, eve geri dönmüştük. Babaannem beni odaya götürüp kapıyı üstüme kapatıp yanlarına gitmişti. O kadının boğazına bıçak dayamıştı babaannem ise onları ayırmaya çalışıyordu. Kadının neden annemi görmek için o kadar ısrarcı olduğunu bu gün bile anlamış değilim.
Onun sol yüzük parmağındaki dövmeyi hatırlıyorum; A harfiydi. Bana söylediğine göre benim için yaptırmıştı. nedense inanmamıştım, hala daha inanmıyorum.
Son olarak yaz tatilindeki telefon konuşmamızı hatırlıyorum; Hafta sonu vakit geçirmek için sözleşmiştik. Beni çok özlediğini arayacağını söyledi. Hafta sonu olduğunda ise aradığımda bir kadın sesi; aradığınız numara kullanılmamaktadır... O gün ondan ve onu aramaktan vazgeçtiğim gün oldu. Belli ki o benden çoktan vazgeçmişti. Sadece ben anlamamışım...
Bunca şeyi hatırlamama rağmen hala yüzünü net hatırlayamıyorum ne tuhaf...
Artık üzülmüyorum. Onun hakkında tek düşündüğüm uğur değil hayal kırıklığı olması. Babaannem yanlış isim vermiş. Eminim o da böyle olacağını bilmiyordu.
Bazı insanlar baba veya anne olamaz. biyolojik görevlerini yerine getiren insan müsveddeleri olurlar. O benim için baba olamadı ama umarım başkaları için olmuştur. Zira her yaptığın hatayı geride bırakamazsın bazıları engel olur. Ben ayağına takılan bir taş olmak istemedim, zorla kendimi de sevdiremezdim. Ama o babalıktan kaldı, insanlıktan da öyle....



                                                                                                                        Rose.

15/2

Olduğum bedene sığmıyor ruhum. Bazen kuş olsam diyorum... Islıkları taklit etsem, uçsam uçabildiğim kadar, yere göğe sığmasam, hep keşfetsem hiç durmasam... Alabildiğine pervasız, umursamaz, hep mutlu olsam. Bazen bulut olsam diyorum, hep parçalı bulutlu ama umutlu, hep bir huzursuz. Ama var olsam. Tanrı’yı oynasam, üzgünken ıslatsam, mutluyken yaksam. Kalem olsam hislere tercüman olsam. Başarıları yaratsam. Aracı da olsam ama biraz var olsam. Fırça olsam, tuval olsam renkten renge koşsam, özgürlüğü yaşasam. Deniz olsam dalga dalga vursam sessizliğimi kıyılara, derdimi bir tek kumsala anlatsam..  Olmak istediğim ve olabileceğim onca şey arasında insan olmuşum. Hoş onu da olamamışım. Yarım yamalak kalmışım hayatın ortasında. Çocukluğumu üstümden atamamışım, yaşlılığımsa yollarını keser olmuş neşelerimin. En deli dolu çağlarımda dolmuşum, dolmuşumda taşamamışım. İmkansızlıklara heveslenmişim hep, hiç olurunu olmazını düşünmemişim. Hiç olmuşum. Bedenimle değil ruhumla sevmeyi öğrenememişim, öğretememişim. Bunca yılın ardından yazar olmuşum onu da olamamışım. Kelimelerim düğümlenmiş. Olmak istediğim yerde değilim. Kaktüs olsam daha verimli olabilirdim belki ama insan olmaya seçilmişim onu da olamamışım. Rüzgar beni nereye savurursa oralarda kaybolmuşum. Yolu bulamamışım...

Bir varmış, hiç yokmuş.


           
 Sevgili 15 yaşım, 

  Tarih tekerrür etmeyecek ve senin gibi biri bir daha yer yüzüne gelmeyecek belki,
Belki de senin gibi kendi içsel dünyasında çatışan, kafasının içinde ölüler ve dirilerle konuşan milyon tane insan var. Büyüdüm ve hâlâ emin değilim seçeneklerden. Bildiğim bir şey var ise o da kendini yalnız hissettiğin ve korktuğun. Kendini çaresiz hissediyor, zaman zaman boşluklara dalıp çıkamayacak gibi oluyorsun. Boğulduğunu düşündüğün sularda ben yüzüyorum. Kendini dinlemekten yoruldun ve insanlara karşı hissizleştin. Geçecek... şu an ördüğün duvarlarla herkese iyilik ettiğin doğru ama kendinden uzaklara ittiğin insanları özleyeceksin. Ailen dediğin insanlara veda etmenin yükü altında ezileceksin, nefes alamayacaksın ve hiç düzelmeyecekmiş göğüs kafesinin ortasındaki o yumru, boğazındaki o düğüm hiç geçmeyecekmiş gibi gelecek. Haberler kötü  geçmeyecek. Ama onlarla yaşamayı öğreneceksin kolay olmayacak belki ama kısa nefeslik rahatlamaların olacak.



           Başına gelen talihsizlikler zincirinden, yargılanmaktan, herkesin senin hakkında senden daha çok söz sahibi olmasından sıkıldın. Bazı şeylerin olması gerektiğine inan ve lütfen inancını kaybetme.
Rolünü aldın ve sahneni oynuyorsun. Felsefen bu olsun hayat senin için bir sahne olsun bazı anlarda vermen gereken en iyi tepkiyi, yapman gereken en cesurca şeyi yap. Ama sonra olduğu yerde bırak peşinden gelmesin. Gelmesin ki hislerin seni köreltmesin, sana zarar vermesin. Bilirsin büyükler der ki; her şeyin fazlası zarar. Buna inan, kendini tanıdığında anlayacaksın ne demek istediğimi. Ve birde hiç değişmeyen şeylerin var hâlâ. Mesela ne zaman biri seni sever gibi olsa sen onu daha fazla sevmeye çalışıyorsun sevginin tamamını bir kişiye yönlendirmeye çalışıyorsun ve bir bakıyorsun artık sevmiyorsun. Ve bir de hâlâ cümlelerinin sonuna anlıyorsun değil mi? Diye soruyorsun. O kadar anlamamış ki insanlar seni diline dolanmış anlaşımazlıkarın. Bir süre daha böylesin ama iyisin...
kafanın içindeki kargaşayı saymazsak. Son olarak benim için kendini biraz sev...





                                                                                                 19 yaşın...🌙

05.06.19

         
 Bazı duygularımı yitirdim... Özlemiyorum artık mesela. Beklemiyorum artık... Gelir mi? Gelmez mi? Şüphem yok terk edildiğimden... Ama çocuksu hayallerim var hala. Her doğum günümde babamın beni sevmesini dilemek gibi. Can acıtıcı  gerçekler can kırıklıklarımı arttırıyor. Sabredemiyorum artık. Eskisi gibi değilim, çok değiştim. Önceden sadece öfke hissederdim. Yine de beklerdim. Şimdi ise ne hissedeceğimden  habersiz, gelmeyeceğinden emin gibiyim. Umutlarım mı tükendi yoksa duygularım mı? hala daha kararsızım. Sadece sevgimin hiç bitmeyeceğinden korkar gibiyim. Sanki beni sevdiğini ve bir yerlerde  beni aradığını hisseder gibiyim. Ama bir o kadar da eminim ki benden vazgeçeli, beni unutalı yıllar oldu. Yoksa niçin bir insan çocuğuna 18 yıl ulaşmaya çalışmaz ki? çalıştı da ben mi ittim onu yoksa? çok iyi sebepleri olmalı, bahaneleri değil. Son zamanlarda hiçbir şeyden emin olamıyorum artık. Yaşadığım günlük hayat bile hayal meyal geliyor. Kimseyi yargılayacak veya teselli edecek kadar kendimde değilim.  Bazı şeylere de kesin kanaat getirecek kadar da aklım başımda. Sanırım sadece geride bırakılan çocuk olmayı kaldıramadı bünyem yaklaşık 18 yıldır. Yine de bir yerlerden çıkıp gelecek düşüncesini silemedim yıllardır ama yakındır çünkü dediğim gibi bazı duygularımı yitirdim. Henüz ne olduklarının farkında değilim sadece....



                                                                                                      Rose...

complicated/puzzling

 Olmam gereken insan gibi davranmaktan çok sıkıldım.. Yani sıkılmak değil de yoruldum, sosyal olmanın beni şarj etmesi gerekiyordu halbuki ben gittikçe tükeniyorum.. Normal olmak için bu kadar efor sarfetmem mi gerekiyor?  Ben git gide azalıyorum, un ufak parçalara bölünsem bile görünmez değil de daha da göz önünde gibi hissediyorum.. Böyle olmaması gerekiyordu, sanırım böyle olmamam gerekiyordu... Bunun için de suçlu bulamıyorum, bahanelerim bir neden oluşturamayacak kadar bayattır eminim ve kendimi savunasım gelmiyor içimden zaten yeterince yorgun hissettiğimden. hiç bir şey için çabalayamayacak kadar yorgun ve zaten şimdiden her şeye geç kalmış gibiyim.. Hem çok derinliklerde arıyorum kendimi hem de sığılığa vurmuş gibiyim. Çok yorgunum kelimelerinden başka kelime de gelmiyor gözümün önüne, ne kadar anlatsam da neyi kastettiğim anlaşılmıyor gibi, sanki bir tek benim başıma geliyormuş da bütün duyguları üstüme salmışlar gibi.. Bu kadar hissin arasında kaybolmak hissizleştiriyor beni.. Olmam gerekeni de, olduğumu da kimseye sevdiremiyorsam eğer, sorun bende mi? ala'm der ki ''  çok barizsin ama seni görmek istemeyene sen görünmezsin''. Ben gerçekten de görünmez miyim? ruhsuz olmadığımı düşünürdüm ama öyle miyim? Benzersiz, eşsiz değilim belki ama normale göre çok mu ucubeyim? Tuhaf olanın ne olduğunun farkına varamayacak kadar kopuk mu yaşıyorum hayattan, hayalet miyim? olduğum yerde mutlu değilim..

Yürüyen Zombiler Derneği

     Bok gibi biraz, kırılmış gibi değil de daha çok bunalmış gibi, yıpranmış veya eskimiş gibi. Sonuna gelmiş bitmiş de okey'e dönüyor gibi, isteksiz bir yaşam isteği, var ile yok arası bir ruh gibi, darağacında sallanan ölü bedenler gibi, sıkışıp kalmış gibi, odağını kaybetmiş, hayallerini satmış gibi. Hayat ben koşarken mutluluğa, çelme takmış sanki, uyumak için çivilerin üzerine yatmak gibi, konuşmamak için ağızını dikmek gibi, görmek istemediğin şeyler için gözlerini sökmek gibi, kuş olup uçmak isterken kanatlarını façalamak gibi, mecburiyetten yoksun ama arzusuz gibi, derin nefes alıp ciğerlerine ulaşamadan geri vermek gibi. Kısacası dünya deliler Hastanesi.

15/1


   

Bazen gözlerin görmez, kulakların duymaz Bomboş kalırsın hiçlikte.
Yapayanlızlığımın ortasında bile duyduklarım var,
Kafayı yemiş olabilirim biraz, boşvermişliğimi öyle bir boşvermişim ki kendime olan takıntılarım dönüyor etrafımda.
Kendimi kaybetmiş olabilirim biraz ama daha ahım şahım delirmedim, daha değil,  zamanı değil.
Kendi kendime konuşuyorum bazen ama öyle karşılıklı değil.
Sanki biri arkamdan konuşuyor ama biri benim. Bunun farkında olmak beni yiyip bitiriyor.


     Diyor ki Rose: acının onun için pek bir anlamı yok.
Acı, yağmur damlalarının bir kayanın üzerinden sekmesi gibi,
Kafasının üzerinden sekip gidiyor.

taslak işte

 Nasılsın sorusuna yorgunum diyorum genelde, lügatımda kalan tek kelime buymuş gibi tekrarlıyorum hayat nasıl olursa olsun epey zor geçiyorm...